Ekim Ayı Dikkat Çeken Yargıtay Kararları

Yargıtay 3. HD 2020/10143 E. 2021/2603 K. RG Sayı : 31621 07/10/2021
Dava ve Karar: Taraflar arasındaki Tüketici Sorunları Hakem Heyeti Kararının iptali davasının yapılan yargılaması sonunda, … Tüketici Mahkemesinin 28/12/2017 tarihli ve 2016/1157 E.-2017/2139 K. sayılı kararı ile kesin olarak verilen hükmün Yüksek Adalet Bakanlığının 25/12/2019 tarihli ve 39152028-153.01-1130-2018-E. 1783/31898 sayılı yazılarına istinaden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 20/01/2020 tarih ve 2020/2504 sayılı yazısı ile kanun yararına bozulması istenilmekle, incelemenin evrak üzerinden yapılmasına karar verildikten sonra dosya incelenerek gereği konuşulup düşünüldü:
Dava, davalının davacı bankadan aldığı kredi nedeniyle dosya masrafı ve benzeri adlar altında alınan bedelin iadesi için Sancaktepe Kaymakamlığı Tüketici Hakem Heyeti Başkanlığına yapılan başvuru üzerine, adı geçen heyet tarafından talebin kabulüne dair verilen 08/02/2016 tarih ve 2016/1785 sayılı kararın iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine, kesin olarak karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 20/01/2020 tarih ve 2020/2504 sayılı yazısı ile; davalı tüketici tarafından hakem heyetine yapılan başvurunun incelenmesi sırasında cevap vermeyen davacı bankanın kararın iptaline yönelik açtığı davada zamanaşımı def’ini ileri sürmesine rağmen, mahkemece davacı bankanın hakem heyetine savunma yaparak zamanaşımı def’inde bulunmadığı gibi hakem heyetinin de zamanaşımı def’ini resen dikkate alamayacağı gerekçesiyle zamanaşımı def’i dikkate alınmaksızın davanın reddine verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek kanun yararına bozma isteminde bulunmuştur.
Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.
Hukuk Genel Kurulunun 06/04/2011 tarihli ve 2010/9-629 E.-2011/70 K. sayılı kararında sonradan ıslah yoluyla zamanaşımı def’inin ileri sürülebileceği kabul edilmiştir.
Tüketici hakem heyetlerinin mahkeme statüsü bulunmamaktadır.(Anayasa Mahkemesinin 31/05/2007 tarih ve 2007/53 esas, 2007/61 karar sayılı kararı, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin E. 2015/10571 K. 2015/8738 sayılı kararı)
Öte yandan, 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunda ve 27/11/2014 tarihli ve 29188 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Tüketici Hakem Heyetleri Yönetmeliğinde, tüketici hakem heyetinde ileri sürülmeyen delil ve defi’lerin mahkemede ileri sürülemeyeceğine dair bir düzenleme de bulunmamaktadır.
Bu durumda, mahkemece, davacı bankanın zamanaşımı def’i incelenmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olduğundan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma isteminin kabulü gerekmiştir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kanun yararına temyiz talebinin kabulü ile İstanbul Anadolu 3. Tüketici Mahkemesinin 28/12/2017 tarihli ve 2016/1157 E.-2017/2139 K. sayılı kararının 6100 sayılı HMK’nun 363/2. maddesi uyarınca sonuca etkili olmamak üzere kanun yararına BOZULMASINA ve gereği yapılmak üzere kararın örneği ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesine, 11.03.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Yargıtay 3. HD 2021/3994 E. 2021/7145 K. RG Sayı : 31622 08/10/2021
Dava ve Karar: Taraflar anısındaki istirdat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen karara karşı Adalet Bakanlığı tarafından kanun yararına temyiz yoluna başvurulmakla; dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Davacı; elektrik abonesi olduğu davalı şirketin yokluğunda ve usule aykırı olarak hakkında kaçak elektrik kullanım tespit tutanağı düzenlediğini, sonrasında da bu tutanağa istinaden tahakkuk ettirilen 1.798.29 TL’yi davalı şirkete ödemek zorumla kaldığını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak üzere, şimdilik 10 TL’nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı; davanın zamanaşımı süresi geçtikten sonra açıldığını savunarak, reddini istemiştir.
Mahkemece; davacı tarafından davalı şirkete ödemenin yapıldığı tarih ile davanın açıldığı tarih arasında TBK’nın 82 nci maddesinde belirtilen iki yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu, davalı şirket tarafından süresi içinde sunulan cevap dilekçesinde zamanaşımı def’inde bulunulduğu, bu nedenlerle alacağın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Adalet Bakanlığının 16/03/2021 tarihli yazısında, davalının, dava dilekçesinin tebliğinden itibaren iki haftalık süre geçtikten sonra verdiği cevap dilekçesinde zamanaşımı defini ileri sürdüğü, süresinde ileri sürülmeyen zamanaşımı define ilişkin davacının açıkça muvafakat beyanının bulunmaması nedeniyle zamanaşımı definin reddi gerekirken, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesinin doğru görülmediği, kaldı ki; davacı ile davalı arasında elektrik aboneliğine ilişkin sözleşme bulunduğu hususunda uyuşmazlık bulunmadığı, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 146 ncı maddesinde her alacağın on yıllık zamanaşımına tabi olduğunun hükme bağlandığı, davalı hakkında kaçak elektrik tutanağının tutulduğu tarihten itibaren zamanaşımı süresi içinde dava açıldığı, bu nedenle mahkemece; davalının zamanaşımı defi reddedilip, işin esasına girilmesi, andından tüm taraf delilleri toplanarak hasıl olacak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın reddine kurar verilmesinin usul ve yasaya aykırı bulunduğu ileri sürülerek; kararın, 6100 sayılı HMK’nın 363 üncü maddisinin birinci fıkrası uyarınca kanun yararına bozulması talep edilmiştir.
1) Covid-19 salgın hastalığının ülkemizde görülmüş olması sebebiyle yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi amacıyla hazırlanan ve 26/03/2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un Geçici 1. maddesi ile salgının devam etmesi üzerine 30/04/2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 29/04/2020 tarihli ve 2480 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı uyarınca, tüm adli süreler, 13/03/2020 tarihinden itibaren 15/06/2020 tarihine kadar durdurulmuştur.
Yine Geçici 1. madde uyarınca; bu süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden itibaren işlemeye başlamış; durma süresinin başladığı tarih itibarıyla, bitimine on beş gün ve daha az kalmış olan süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden başlamak üzere on beş gün uzamış sayılmıştır.
Somut olayda; dava dilekçesinin 08/04/2020 tarihinde davalı tarafa tebliğ edildiği, cevap dilekçesinin ise davalı vekili tarafından 23/06/2020 tarihinde mahkemeye sunulduğu, yukarıda açıklanan kanun hükmü ile Cumhurbaşkanlığı Kararı uyarınca cevap dilekçesinin kanuni süresi içerisinde verilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Şu durumda, Adalet Bakanlığının bu yöne ilişen kanun yararına temyiz talebinin reddi gerekir.
2) Uyuşmazlık; kaçak elektrik kullanıldığı iddiasıyla davalı şirket tarafından tahakkuk ettirilen kaçak tüketim bedelini ödemek zorunda kalan davacı elektrik abonesi tarafından, kaçak elektrik kullanıldığına dair iddianın ve buna bağlı olarak yapılan tahakkukun yerinde olmadığı iddiasıyla, davalı şirkete ödenilen kaçak elektrik tüketim bedelinin iadesinin istenildiği davada, dava zamanaşımı süresinin sözleşme hukuku çerçevesinde mi yoksa sebepsiz zenginleşme kurallarına göre mi belirleneceği, buradan varılacak sonuca göre zamanaşımının dolduğu gerekçesi ile verilen kararın yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle sebepsiz zenginleşme kavramı ve hukuki işlemlerden doğan borçlardan farkının açıklanması gerekmektedir.
Sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) konuya ilişkin 77 ve devamı maddelerindeki düzenlemelere göre, sebepsiz zenginleşme; geçerli olmayan veya tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir.
Sebepsiz zenginleşme bunlardan hangisi yoluyla gerçekleşmiş olursa olsun, sebepsiz zenginleşen aleyhine zenginleştiği tarafa karşı, geri verme borcu altındadır.
Öte yandan, hukuki işlemin borç doğurmasının nedeni irade açıklamasıdır. Sebepsiz zenginleşmenin borç doğurmasının nedeni ise, tam aksine, kişinin iradesi dışında malvarlığında bir eksilmenin meydana gelmesidir.
Bunun sonucu olarak, taraflar arasında malvarlıkları arasındaki değişim bir sözleşmeye, yani tarafların açıkladıkları iradeye dayanırsa, sebepsizlikten ve dolayısıyla sebepsiz zenginleşmeden söz edilemez.
Hukuki işlemlerden ve bunun en yaygın türü olan sözleşmeden doğan borçlarda, borçlunun borcunu anlaşmaya uygun olarak yerine getirmesi gerekir. Borçlu anlaşmaya uygun hareket etmezse, alacaklı borca aykırılık hükümlerini işletir ve mümkün ise borcun aynen ifasını, değilse doğan zararının giderilmesini talep eder. Sebepsiz zenginleşmede ise, sadece mal varlığındaki eksilmenin giderilmesinin talep edilmesi söz konusudur.
Bütün bu açıklamalara göre, sebepsiz zenginleşme alacaklıya, ikinci derecede (tali nitelikte) bir dava hakkı temin eder. Malvarlığındaki azalmanın başka asli nitelikteki davalarla önlenmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme davası gündeme gelemez.
Aynı ilkenin bir sonucu olarak, sözleşmeden doğan bir hukuki ilişkinin bulunduğu hallerde tarafların sebepsiz zenginleşmeye dayanan bir talepte bulunması olanaklı değildir. Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 19/06/2015 tarihli ve 2013/22-2310 E. E.2015/1729 K. 17/02/2010 tarihli ve 2010/13-93 E. 2010/88 K. 13/06/2007 tarihli ve 2007/18-330 E. 207/350 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacı ile elektrik hizmeti sunan davalı şirket arasında, davacının meskeninde kullandığı elektrik hizmetine ilişkin abonelik sözleşmesi imzalanmıştır. Davacının sözleşme hükümlerine aykırı olarak kaçak elektrik kullandığı yönündeki tespit nedeni ile davalı davaya konu bedeli talep etmiş, davacı da bu bedeli ödemiştir. Davacı bu dava ile sözleşme hükümlerine aykırı bir davranışının bulunmadığını ileri sürerek, ödediği bedeli geri istemektedir. Bu itibarla, taraflar arasında imzalanan sözleşmeden sonra sözleşmeye aykırı davranıştan kaynaklanan uyuşmazlığın; sebepsiz zenginleşme kurallarına göre değil, sözleşme hukuku çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Bu nedenle, mahkemece, eldeki davada TBK’nın 146 ncı maddesinde öngörülen on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği gözetilerek, davalı tarafından ileri sürülen zamanaşımı definin reddi ile davanın esasının incelenmesi ve ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması doğru görülmediğinden, Adalet Bakanlığının bu yöne ilişen kanun yararına temyiz talebinin kabulü gerekir.
Sonuç: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle Adalet Bakanlığının kanun yararına temyiz talebinin REDDİNE, ikinci bentte açıklanan nedenlerle Adalet Bakanlığının HMK’nın 363 üncü maddesinin birinci fıkrasına dayalı kanun yararına temyiz talebinin kabulü ile kararın sonuca etkili olmamak üzere KANUN YARARINA BOZULMASINA, aynı maddenin üçüncü fıkrası uyarınca gereği yapılmak üzere bozma kararının bir örneğinin ve dava dosyasının Adalet Bakanlığına gönderilmesine, 23/06/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Yargıtay HGK 2021/485 E. 2021/971 K. Karar Tarihi: 07/07/2021
1. Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … 19. … Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. Yargılama Süreci
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 01.11.2005 tarihinden itibaren davalı işveren nezdinde mağaza satış elemanı olarak çalıştığını, … sözleşmesinin işveren tarafından mağazanın kapanması gerekçe gösterilerek 21.06.2012 tarihinde haksız şekilde feshedildiğini, primlerinin 12.11.2012 tarihine kadar ödendiğini ancak geçmiş yıllarda da hak kazandığı primlerin düzensiz ödendiğini, ücretinin 800TL olduğunu, ücretlerinin banka hesabına yatırıldığını, yıllık ücretli izin alacağı bulunduğunu, fazla çalışma yapıp iki haftada bir gün olmak üzere hafta tatili kullandığını, resmî bayramlarda çalışıp dini bayramlarda bir gün izin kullandığını ileri sürerek fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla çalışma, yıllık izin ve ulusal … genel tatil alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının müvekkili şirkette 05.10.2005 tarihinden 12.11.2012 tarihine kadar aralıklarla çalıştığını, 12.11.2012 tarihinde istifa etmek suretiyle işten ayrıldığını, fazla çalışması bulunmadığını herhangi bir şekilde fazla çalışma yapmış ise ücretlerinin ödendiğini, her hafta izin kullandığını, ücrete ilişkin beyanının da fahiş olduğunu, asgari ücretle çalıştığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. … 19. … Mahkemesinin 30.10.2014 tarihli ve 2013/170 E., 2014/1101 K. sayılı kararı ile; dava konusu olan ihbar tazminatı, kıdem tazminatı ve yıllık izin ücreti alacağının belirlenebilir nitelikte olduğu, bu bağlamda davacının alacağın belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davası açmasında hukukî yararı bulunmadığı, davacının fazla çalışma yapıp, ulusal … ve genel tatil günlerinde çalıştığının ise tanık beyanları ve tüm dosya kapsamından anlaşıldığı gerekçesiyle kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin alacağına ilişkin davanın hukukî yarar yokluğu nedeniyle reddine, davacının fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak kaydıyla diğer talepleri yönünden davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. … 19. … Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesinin 05.05.2016 tarihli ve 2015/7480 E., 2016/13554 K. sayılı kararı ile; davacının sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra, “…2- Uyuşmazlık davanın niteliği üzerinde toplanmaktadır.
…Somut olayda, uyuşmazlık konusu olan kıdem ve ihbar tazminatı ile izin alacağının tahsiline ilişkin dava asgari bir miktar gösterilerek açılmıştır. Mahkemece, alacakların belirlenebilir nitelikte olduğu belirsiz alacak davası açılmasında hukuki yarar bulunmadığı gerekçesi ile reddine karar verilmiştir. Belirsiz alacak davası istisnai bir dava türü olup, bunun dava dilekçesinde açıkça belirtilmemiş olması ve kısmi olarak açıldığının dava dilekçesinden anlaşılmış olması karşısında, davanın kısmi dava olarak açıldığının kabulü zorunludur. 6100 sayılı Kanun’un 109/1. maddesi gereğince talep konusunun niteliği itibari ile bölünebildiği durumlarda sadece bir kısmının dava yolu ile ileri sürülmesi mümkün olup işin esasına girilerek oluşacak sonuç dairesinde karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın hukuki yarar yokluğundan reddilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
9. … 19. … Mahkemesinin 22.09.2016 tarihli ve 2016/419 E., 2016/621 K. sayılı kararı ile; çalışma gün ve saatlerine ilişkin ücret alacağı davası ile … sözleşmesinin feshinden kaynaklanan tazminat davasının belirsiz alacak davası olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, akli melekeleri yerinde olup işlem tasarruf yetkisi olan aynı zamanda kanunu bilmekle mükellef tutulan bir işçinin, aldığı ücret tutarını, yapmış olduğu çalışma gün ve saatlerini, kullandığı izin sürelerini, akdin sona eriş sebebini bilmemesinin olanaksız olduğu, böyle olunca çalışma gün ve saatlerine ilişkin kayıtların işverence tutulmuş olmasının da sonucu değiştirmeyeceği, şahit anlatımlarına dayanılarak hesaplanacak çalışma gün ve saati karşılığı ücret alacağından yapılan indirimin ise Borçlar Kanunu’nun 50., 51. ve 56. maddeleri uyarınca yapılması gereken takdiri bir indirim olmadığı, Yargıtayın yerleşik uygulaması sonucu çalışma gün ve saatlerine ilişkin alacak tutarlarından yukarıda belirtilen nedenlerle %30 oranında indirim yapılıyor olmasının da davayı belirsiz dava hâline getirmeyeceği, işçinin, çalışmasının karşılığı ücretten daha fazla ücret alması gerektiği yönünde iddiası yok ise, ücreti bordrolara yansımamış olsa dahi açacağı tüm işçilik alacaklarına ilişkin davaların tamamının belirli dava olarak nitelendirilmesi gerektiği, belirtilen nedenlerle, öte yandan 30.10.2014 tarihli davacı vekili beyanından eldeki davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığının anlaşıldığı gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
11. Hukuk Genel Kurulunun 13.02.2020 tarihli ve 2017/22-2505 E., 2020/147 K. sayılı kararı ile, “…davalı …. Tekstil Paz. San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin ticaret sicil kayıtlarından 10.04.2013 tarihinde tescil edilerek birleşme nedeniyle sicil kaydının terkin edildiği, mahkemece Özel Daire bozma kararı ve duruşma günün tebliğinin davalı şirketin birleştiği … Grup Tekstil San. Tic. A.Ş.’nin önceki adresine çıkarıldığı ve şirketin belirtilen adresten taşındığı belirtilerek tebligatın iade olunduğu anlaşılmaktadır.
44. Şu durumda, mahkemece, bozma kararı ve bozma sonrası duruşma günü … Grup Tekstil San. Tic. A.Ş.’nin en son güncel adresine usulünce tebliğ edilmeden ve taraf teşkili sağlanmadan duruşma açılarak, davalının yokluğunda ve onun savunma hakkını kısıtlar biçimde yargılama yapılıp direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
45. Mahkemece yapılacak …; Özel Daire bozma kararı ile duruşma gününün 7201 sayılı Kanun hükümlerine uygun olarak davalıya yöntemince tebliği ile taraf teşkilinin sağlanması ve ancak bu usulî eksiklik tamamlandıktan sonra bir karar vermekten ibarettir.
46. Şu hâle göre, direnme kararı sair yönler incelenmeksizin usulen bozulmalıdır.” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
12. … 19. … Mahkemesinin 14.01.2021 tarihli ve 2020/330 E., 2021/7 K. sayılı kararı ile; somut olayda kıdem, ihbar tazminatı ile yıllık izin ücretinin belirsiz alacak davasına konu olamayacağı yönündeki Özel Daire bozma kararına yönelik Hukuk Genel Kurulunun usul bozması öncesinde verilen gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. Uyuşmazlık
14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemece belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceğinden hukukî yarar yokluğu nedeniyle reddine karar verilen kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin ücreti alacağına ilişkin davanın belirsiz alacak mı yahut kısmi dava olarak mı açıldığı noktasında toplanmaktadır.
III. Gerekçe
15. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “belirsiz alacak davası” ve “kısmi dava” ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır.
16. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK)’nın 107. maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir. 17. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesinde “Belirsiz alacak ve tespit davası” başlığı ile yer alan;
“1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir” şeklindeki hüküm ile düzenlenmiştir.
18. Daha sonra 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanunu’nun (7251 sayılı Kanun) 7. maddesi ile başlığı ile ikinci ve üçüncü fıkralarında değişiklik yapılmıştır.
19. 7251 Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanunu’nun 7. maddesiyle değişik HMK’nın 107. maddesi “Belirsiz alacak davası” başlığı ile ; “(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) (Değişik:22/7/2020-7251/7 md.) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.
(3) (Mülga:22/7/2020-7251/7 md.)” şeklindedir.
20. Hükümet tasarısında yer almayan belirsiz alacak davasını düzenleyen 107. maddede, Türkiye Büyük Millet Meclisi … Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
21. Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.
22. Madde gerekçesinde; “Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hâllerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahiptir. Hak arama özgürlüğünün (Any.m.36, İHAS.m.6) özünde varolan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamaz. Esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru vardır. Başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kıstaslar kabul edilmiştir.
23. Bu kıstaslar, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;
i-Davacının kendisinden beklenememesi,
ii-Bunun olanaksız olması,
iii-Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
24. Alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya ise kısmi dava denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukukî ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya kısmi dava denir.
25. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 109. maddesinde kısmi dava türü düzenlenmiştir. Bu maddeye göre;
“Kısmi dava
MADDE 109- (1) Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.
(2) (Mülga: 1/4/2015-6644/4 md.)
(3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez”.
26. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu anlaşılıyor ve istem bölümünde “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” şeklinde bir ifadeye yer verilmiş ise, bu husus, davanın kısmi dava olarak kabulü için yeterli sayılmaktadır (Hukuk Genel Kurulunun 02.04.2003 tarihli ve 2003/4-260 E., 2003/271 K. sayılı kararı; ayrıca bkz.,.., H.: Medeni Usul Hukuku, C.II, 15. baskı, … 2017, s.1000).
27. Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 16.05.2019 tarihli ve 2016/22-1166 E., 2019/576 K., sayılı kararında da benimsenmiştir.
28. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda açıkça kısmi dava düzenlenmediği hâlde, söz konusu Kanun’un yürürlükte olduğu dönemde de kısmi dava açılması mümkün bulunmaktaydı. Çünkü, alacak hakkının bir bölümünün dava edilip geriye kalan kısmının ikinci bir dava ile istenmesini engelleyen bir hüküm bulunmamaktaydı.
29. Bu ilke ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı vekili dava dilekçesinde “fazlaya ilişkin haklarımız saklı kalmak üzere” şeklinde beyanda bulunarak 1.000TL ihbar tazminatı, 1.000TL kıdem tazminatı, 100TL fazla çalışma ücreti, 100TL yıllık izin ücreti ve 100TL ulusal … ve genel tatil ücreti talebinde bulunmuştur. Dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası şeklinde açıldığına dair bir beyan bulunmamaktadır.
30. Belirsiz alacak davası niteliği gereği istisnai bir dava türü olmakla davasını belirsiz alacak davası olarak açan kişi bunu açıkça dilekçesinde belirtmelidir.
31. Her ne kadar 30.10.2014 tarihli duruşmada davacı vekili “davamız belirsiz alacak davasıdır” şeklinde beyanda bulunmuş ise de; davanın türünün bu şekilde değiştirilmesine imkân bulunmamaktadır.
32. Sonuç itibariyle davanın kısmi dava şeklinde açıldığı sabittir.
33. Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
34. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. Sonuç:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 07.07.2021 tarihinde oybirliği ile kesin olarak karar verildi.